Giriş yap
En son konular
En iyi yollayıcılar
sefakan | ||||
yusufocak | ||||
TurkMasteR | ||||
reis46 | ||||
hakkı kaya | ||||
Osman Aydın | ||||
elhamra2 | ||||
tayfurum_20 | ||||
naci9690 |
Kimler hatta?
Toplam 17 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 17 Misafir Yok
Sitede bugüne kadar en çok 166 kişi Çarş. Ağus. 02, 2017 5:14 pm tarihinde online oldu.
Istatistikler
Toplam 33 kayıtlı kullanıcımız varSon kaydolan kullanıcımız: rosedrop
Kullanıcılarımız toplam 357 mesaj attılar bunda 336 konu
TARİHTA BUGÜN
Gazete Oku
KitapYurdu.com
FİKRİ’MİN İNCE GÜL’Ü
1 sayfadaki 1 sayfası
FİKRİ’MİN İNCE GÜL’Ü
FİKRİ’MİN İNCE GÜL’Ü
Sanki burnum, değdi burnuna yok’un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı...
Necip Fazıl
'Altı da bir, üstü de birdir yerin...'
Diyordu hücre arkadaşım. Yani, 'ha hücredeyiz, ha sarayda.'
Volta
atarken bir taraftan söyleniyor, üç adımda yol biterken, geri dönüp bir
üç adım daha atıyor ancak duvar yine yolunu kesiyordu. Ben ranzamda
uzanmış onun şiir gibi estetik olan yürüyüşünü seyrederken bir taraftan
da, böyle lânetlik hücreyi, ihtişamlı bir sarayla mukayese edecek kadar
güçlü olan bu müthiş iradeyi hayranlıkla izliyordum. Bu arkadaşım,
Ülkücü camia içinde idama en yakın olanıydı. Beş idam cezası
Yargıtay’da onay beklerken, bir çok mahkeme de son aşamadaydı. MHP
davası, Adana olaylarının 151 numaralı sanığı olarak Mamak Cezaevi’ne
getirilmişti.
O Yunus Uzun'du... O bir destandı... Kartalları
kıskandıran keskin gözleri hangi örgütçünün üzerinde çakılsa, o militan
bir daha güneşin doğacağına olan inancını yitirirdi. Hayatı sevenler,
Yunus gözlerine bakmasın diye başlarını eğip geçerlerdi.
O gün biraz
sıkıntılıydık. Fikri Arıkan isimli arkadaşımız mahkemeye gitmişti ve
onu sabırsızlıkla bekliyorduk. Zaman ise sanki durmuş, bize sabır
eğitimi yaptırıyordu. Bu arkadaşımız daha önce iki kez idam cezası
almış, Yargıtay ikisinde de cezayı esastan bozmuştu. Evet bu son
mahkemeydi ve onaylanan idam cezaları üç günde infaz ediliyordu. 4
numaralı hücrede kalan Fikri Arıkan'ı sabah sekizde mahkemeye
götürmüşler ve saat neredeyse 15.30 civarıydı hâlâ ortalıkta yok-tu.
Bir müddet sonra askerlerin ayak seslerinden Fikri'nin geldiğini
anladık. Hücrelerimizin kapısı demir mazgallardan oluştuğu için
dışarıyı rahatlıkla görebiliyorduk.
İlk hücre olduğumuzdan Fikri
bizim önümüzden geçecekti. Nihayet geldi ve tebessüm ederek bizi
selâmladı. Onu böyle neşeli görünce büyük bir ümide kapıldık ve
Yunus'la sevinç içerisinde birbirimize sarıldık. Hücreler arası
konuşmak yasaktı aksi takdirde ağır cezaî müeyyideler vardı. Ama biz
bir yolunu bulmuş ve her türlü haberleşmeyi herkesin önünde rahatlıkla
yapar olmuştuk. Nazarî eğitim adı altında mecburî bir ders vardı ve
bizlerden bir kişi hücrenin kapısına gelerek Nutuk kitabını okurken, bu
arada metindeki sözleri değiştirerek, istediğini anlatabiliyordu.
Başımızdaki nöbetçiler de ki-tabın metni zannederek bizimle beraber
huşu içerisinde dinlerlerdi.
Nutuk, muhteva olarak bizim
mevzularımıza çok uygundu ve mahkemeleri böylece tartışabiliyorduk.
Nutuk'ta da mah-keme, iaşe ve tartışmalarla dolu metinler mevcuttu.
Fikri, okumaya başladı. Sesi çok net ve vakurdu. Rahat ve huzur bulmuş
bir sesle mahkemenin zaferle sonuçlandığını müjdeliyordu. Bizler âdeta
nefes bile almadan onu dinlerken, biran önce sonuca gelmesini
bekliyorduk.
-Ve Eyüp kurtuldu, dedi Fikri Arıkan. Eyüp Özmen,
aynı davadan daha önce idam cezası almış ve idam bekleyen bir
arkadaşımızdı. Sehpaya hazırlanırken beraat etmişti. Bunu bir zafer
olarak bizlere müjdeliyordu Fikri. Ya kendisi? O’nun için ne karar
çıkmıştı acaba?
-Senin için ne karar çıktı?.. diye bağırarak
sordum ben. Sabrım kalmamıştı artık. Askerler benim bu kuralsız
çıkışımı duymamazlıktan geldiler ki; bu davranışları kararın vahametini
göstermeye yetiyordu.
-Benimki idam... diye devam etti Fikri.
Yıkılmıştık. Ama o ayaktaydı ve berrak bir ses tonuyla bizleri teselli etmeye çalışıyordu. Sesi dik ve metindi...
Aman
Rabbim! Fikri, arkadaşının beraat ettiğini söylüyor ve bunu bir zafer
olarak bizlere müjdelerken, kendisinin aldığı idam cezasını sıradan bir
kararmış gibi, sanki bir düğün davetiyesiymiş gibi bizlere anlatıyordu.
Biz çökmüştük. 5 numaralı hücreden bir feryat yükseldi. Bu isyan eden
sesin sahibi üç komünist liderle beraber kalan Şahin Göksel Arduç
isimli genç bir arkadaşımızdı. Sekiz hücreden oluşan, tecrit bölümünde
başkaca çıt çıkmıyordu.
Üç gün sonra bir şafak vakti kurulacak
idam sehpası, cellat, yağlı urgan, yüze karşı okunacak olan ferman,
beyaz gömlek bir anda buralara hâkim olmuştu. Sanki kafatasım büyümüş
ben de içindeydim. Kendi kafamın içinde. Bu nasıl bir hâldi bu nasıl
bir duygu!.. Çok ölüm görmüştüm ama bu başka bir vaziyet, bambaşka bir
hâl. Daha önce İstanbul’da bu duyguları yaşamış, asılarak idam edilen
İsmet Şahin olayında bizler de yanmış, bizler de ölmüştük. Bir kere
daha, dedim kendi kendime, insan bir kere ölür ama, biz bin kere. Fikri
Arıkan sakin ve tereddütten uzak mistik bir ses tonuyla konuşmaya devam
ediyordu:
-Bu gece çok rahat uyurum artık...
Fikri'nin rahat uykudan söz etmesini anlamaya çalışıyordum. O ise konuşmaya devam ediyordu:
-Şimdi
dünyanın en rahat insanı benim. Yüce yaratıcının rızası yolunda,
ölümümü her türlü tehlikeye karşı keskin bir silah olarak kuşandım.
Demek ki, kendi ölümüm benim en etkili silahım olacakmış. Büyük, güçlü
bir silah olan insanın kendi ölümü. 'Ve ben şimdi yaşamımın en güzel,
en tatlı, en dinlendirici uykusunu uyuyabilirim.'
-Adalet
terazisini, oduncu kantarına çevirdiler, diyordu, hücre arkadaşım
Yunus. Evet, oduncu kantarı daha hassastı bunların terazisinden, nasıl
olsa üç aşağı beş yukarı fark etmiyordu.
Birkaç gün sonra güneş, Fikri'siz doğacaktı. Takvimler ve zaman bir kere daha durmuştu.
O'nu şafakta astılar...
Ülkücü
hareketin altın halkalarından olan ele avuca sığmaz acar Adana çocuğu,
A-blok 1 Numaralı hücredeki can yoldaşım Yunus Uzun ise idam beklerken,
kader onu başka bir yerde yakalayacak ve bu arkadaşım da Aydın
Cezaevi’nde şehit düşecekti.
Yusuf Ziya ARPACIK
Sanki burnum, değdi burnuna yok’un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı...
Necip Fazıl
'Altı da bir, üstü de birdir yerin...'
Diyordu hücre arkadaşım. Yani, 'ha hücredeyiz, ha sarayda.'
Volta
atarken bir taraftan söyleniyor, üç adımda yol biterken, geri dönüp bir
üç adım daha atıyor ancak duvar yine yolunu kesiyordu. Ben ranzamda
uzanmış onun şiir gibi estetik olan yürüyüşünü seyrederken bir taraftan
da, böyle lânetlik hücreyi, ihtişamlı bir sarayla mukayese edecek kadar
güçlü olan bu müthiş iradeyi hayranlıkla izliyordum. Bu arkadaşım,
Ülkücü camia içinde idama en yakın olanıydı. Beş idam cezası
Yargıtay’da onay beklerken, bir çok mahkeme de son aşamadaydı. MHP
davası, Adana olaylarının 151 numaralı sanığı olarak Mamak Cezaevi’ne
getirilmişti.
O Yunus Uzun'du... O bir destandı... Kartalları
kıskandıran keskin gözleri hangi örgütçünün üzerinde çakılsa, o militan
bir daha güneşin doğacağına olan inancını yitirirdi. Hayatı sevenler,
Yunus gözlerine bakmasın diye başlarını eğip geçerlerdi.
O gün biraz
sıkıntılıydık. Fikri Arıkan isimli arkadaşımız mahkemeye gitmişti ve
onu sabırsızlıkla bekliyorduk. Zaman ise sanki durmuş, bize sabır
eğitimi yaptırıyordu. Bu arkadaşımız daha önce iki kez idam cezası
almış, Yargıtay ikisinde de cezayı esastan bozmuştu. Evet bu son
mahkemeydi ve onaylanan idam cezaları üç günde infaz ediliyordu. 4
numaralı hücrede kalan Fikri Arıkan'ı sabah sekizde mahkemeye
götürmüşler ve saat neredeyse 15.30 civarıydı hâlâ ortalıkta yok-tu.
Bir müddet sonra askerlerin ayak seslerinden Fikri'nin geldiğini
anladık. Hücrelerimizin kapısı demir mazgallardan oluştuğu için
dışarıyı rahatlıkla görebiliyorduk.
İlk hücre olduğumuzdan Fikri
bizim önümüzden geçecekti. Nihayet geldi ve tebessüm ederek bizi
selâmladı. Onu böyle neşeli görünce büyük bir ümide kapıldık ve
Yunus'la sevinç içerisinde birbirimize sarıldık. Hücreler arası
konuşmak yasaktı aksi takdirde ağır cezaî müeyyideler vardı. Ama biz
bir yolunu bulmuş ve her türlü haberleşmeyi herkesin önünde rahatlıkla
yapar olmuştuk. Nazarî eğitim adı altında mecburî bir ders vardı ve
bizlerden bir kişi hücrenin kapısına gelerek Nutuk kitabını okurken, bu
arada metindeki sözleri değiştirerek, istediğini anlatabiliyordu.
Başımızdaki nöbetçiler de ki-tabın metni zannederek bizimle beraber
huşu içerisinde dinlerlerdi.
Nutuk, muhteva olarak bizim
mevzularımıza çok uygundu ve mahkemeleri böylece tartışabiliyorduk.
Nutuk'ta da mah-keme, iaşe ve tartışmalarla dolu metinler mevcuttu.
Fikri, okumaya başladı. Sesi çok net ve vakurdu. Rahat ve huzur bulmuş
bir sesle mahkemenin zaferle sonuçlandığını müjdeliyordu. Bizler âdeta
nefes bile almadan onu dinlerken, biran önce sonuca gelmesini
bekliyorduk.
-Ve Eyüp kurtuldu, dedi Fikri Arıkan. Eyüp Özmen,
aynı davadan daha önce idam cezası almış ve idam bekleyen bir
arkadaşımızdı. Sehpaya hazırlanırken beraat etmişti. Bunu bir zafer
olarak bizlere müjdeliyordu Fikri. Ya kendisi? O’nun için ne karar
çıkmıştı acaba?
-Senin için ne karar çıktı?.. diye bağırarak
sordum ben. Sabrım kalmamıştı artık. Askerler benim bu kuralsız
çıkışımı duymamazlıktan geldiler ki; bu davranışları kararın vahametini
göstermeye yetiyordu.
-Benimki idam... diye devam etti Fikri.
Yıkılmıştık. Ama o ayaktaydı ve berrak bir ses tonuyla bizleri teselli etmeye çalışıyordu. Sesi dik ve metindi...
Aman
Rabbim! Fikri, arkadaşının beraat ettiğini söylüyor ve bunu bir zafer
olarak bizlere müjdelerken, kendisinin aldığı idam cezasını sıradan bir
kararmış gibi, sanki bir düğün davetiyesiymiş gibi bizlere anlatıyordu.
Biz çökmüştük. 5 numaralı hücreden bir feryat yükseldi. Bu isyan eden
sesin sahibi üç komünist liderle beraber kalan Şahin Göksel Arduç
isimli genç bir arkadaşımızdı. Sekiz hücreden oluşan, tecrit bölümünde
başkaca çıt çıkmıyordu.
Üç gün sonra bir şafak vakti kurulacak
idam sehpası, cellat, yağlı urgan, yüze karşı okunacak olan ferman,
beyaz gömlek bir anda buralara hâkim olmuştu. Sanki kafatasım büyümüş
ben de içindeydim. Kendi kafamın içinde. Bu nasıl bir hâldi bu nasıl
bir duygu!.. Çok ölüm görmüştüm ama bu başka bir vaziyet, bambaşka bir
hâl. Daha önce İstanbul’da bu duyguları yaşamış, asılarak idam edilen
İsmet Şahin olayında bizler de yanmış, bizler de ölmüştük. Bir kere
daha, dedim kendi kendime, insan bir kere ölür ama, biz bin kere. Fikri
Arıkan sakin ve tereddütten uzak mistik bir ses tonuyla konuşmaya devam
ediyordu:
-Bu gece çok rahat uyurum artık...
Fikri'nin rahat uykudan söz etmesini anlamaya çalışıyordum. O ise konuşmaya devam ediyordu:
-Şimdi
dünyanın en rahat insanı benim. Yüce yaratıcının rızası yolunda,
ölümümü her türlü tehlikeye karşı keskin bir silah olarak kuşandım.
Demek ki, kendi ölümüm benim en etkili silahım olacakmış. Büyük, güçlü
bir silah olan insanın kendi ölümü. 'Ve ben şimdi yaşamımın en güzel,
en tatlı, en dinlendirici uykusunu uyuyabilirim.'
-Adalet
terazisini, oduncu kantarına çevirdiler, diyordu, hücre arkadaşım
Yunus. Evet, oduncu kantarı daha hassastı bunların terazisinden, nasıl
olsa üç aşağı beş yukarı fark etmiyordu.
Birkaç gün sonra güneş, Fikri'siz doğacaktı. Takvimler ve zaman bir kere daha durmuştu.
O'nu şafakta astılar...
Ülkücü
hareketin altın halkalarından olan ele avuca sığmaz acar Adana çocuğu,
A-blok 1 Numaralı hücredeki can yoldaşım Yunus Uzun ise idam beklerken,
kader onu başka bir yerde yakalayacak ve bu arkadaşım da Aydın
Cezaevi’nde şehit düşecekti.
Yusuf Ziya ARPACIK
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Cuma Ocak 04, 2013 10:45 pm tarafından naci9690
» Ahmet Şafak FuLL ALbümLeri
Salı Ara. 04, 2012 4:10 pm tarafından tayfurum_20
» BOZKURT İŞARETİNİN MUHTEVASI
Paz Ara. 28, 2008 8:13 pm tarafından elhamra2
» Bahçeli'den Gül'e gaflet uyarısı
Ptsi Eyl. 01, 2008 4:12 pm tarafından sefakan
» Ali Kınık - FuLL aLbümLeri
Ptsi Eyl. 01, 2008 11:03 am tarafından sefakan
» Ramazan'da nelere dikkat etmeliyiz?
Ptsi Eyl. 01, 2008 10:25 am tarafından sefakan
» Oruç ve Ramazan'ın manası
Ptsi Eyl. 01, 2008 10:23 am tarafından sefakan
» Haydi çocuklar teravih namazına!
Ptsi Eyl. 01, 2008 10:03 am tarafından sefakan
» İslam dünyasında Ramazan sevinci
Ptsi Eyl. 01, 2008 10:02 am tarafından sefakan
» Ramazan öncesi gelen hidayet
Ptsi Eyl. 01, 2008 9:58 am tarafından sefakan